Bertrand Russell bir keresinde “Yaklaşan bir sinir krizinin en büyük habercisi, kişinin işinin hayattaki en önemli şey olduğuna inanmasıdır.” demiş. Bu sözün doğruluğunu her geçen gün çevremizde artan “tükenmişlik sendromu” yaşayan çalışanlar sayesinde görebiliyoruz.
Bir kurum veya birime liderlik etme sorumluluğunu yeni alan yöneticiler genelde, gelecek hayallerinde hangi başarılı rakamlara imza atacaklarına ve bu rakamlara hangi iş stratejileri ile ulaşacaklarına odaklanırlar.
Yakın zamanda, iGoogle giriş sayfamda beliren Aldous Huxley'nin şu sözünden esinlendim: "Mutluluğa, bilinçli şekilde onun peşinde koşmakla erişilemez. O, genellikle diğer etkinliklerin yan ürünüdür."
Çeşitlilik üzerine odaklanmış kurumların daha güçlü kurumsal kültürlere sahip olduğunu muhtemelen duymuşsunuzdur; çalışanları daha mutlu ve üretken, kendileri ise diğer kurumlara kıyasla toplumsal açıdan daha etik olan kurumlar.
Her organizasyonun merkezinde insan vardır ve bir organizasyonun yapabileceği en önemli yatırım çalışanları, yani insanlarıdır. Teknoloji ilerleyip sermaye başka yönlere kaysa bile bir organizasyonu rakiplerinden ayıracak iş gücünü oluşturan yine çalışanların liderliği ve kişisel katkıları olacaktır.
Great Place To Work CEO'su Michael Bush, harika bir iş yeri kültürüne giden yolu biliyor: güven. Ama kendisi de, en iyi kurum kültürlerinde bile insanların potansiyelinin harcanıyor olabileceğini fark etti.